İstanbul’da Kadıköy tarafına yolum düştüğünde hele bir de karnım açsa içimi bir sevinç kaplar. Çünkü İstanbul ve Kadıköy’ün bence en özel ve güzel restoranı olan Çiya Sofrasında yemek yeme şansım doğmuştur.
Günlerden birinde Sabiha Gökçen’den kalkacak Konya uçağıma daha 5 saat varken ben de üşenmedim ve kalktım taa Gebze’den Kadıköy’e türlü türlü aktarmalar ile gelip Çiya’yı aramaya koyuldum. İki yıldır uğramadığım için kapanmış olmasından korkuyordum. Açıkçası iki yılda bir Çiya’ya gitme fırsatım olduğu için her gidişimde aynı şeyi düşünmüyor değildim.
Ancak restoran daha uzun yıllar inşallah benim korkularımı boşa çıkartacak gibi.
Çiya Sofrası Kadıköy iskelenin hemen karşısındaki çarşının içine girip kolaylıkla bulabileceğiniz Ermeni Kilisesinin arka sokağında biraz geçtikten sonra iki ayrı dükkan şeklinde faaliyet gösteriyor. Google Maps’te Çiya Sofrası diye arattığınızda kolaylıkla buluyorsunuz.
Restoranda ortadoğu ve özellkle Hatay mutfağının şahaserleri boy gösteriyor.
Çiya Sofrasnda sulu yemekler varken tam karşı çaprazında yer alan ikinci şubesinde sulu yemeklerin yanında kebaplar da var.
Ben son gidişimde kebapları es geçerek -gözümün de yemeklerden dolayı dönmüş olması nedeni ile- ortaya karışık bir potpori almak istedim.
Bir de restoranın özel menüsünden olan Sarımsak Kebabını orada görünce adeta gözlerim yerinden çıktı.
Yemeklerin yanısıra açık büfe (gram hesabı) salatalar için ise ayrı bir yazı gerekir.
ben salata için özellikle Lübnan ve İsrail’de alıştığım ancak Türkiye’de kolay kolay aynı lezzeti bulamadığım Humus ile Zahter Salatası ve Kuru Patlıcan-Biber dolmasını tercih ettim. Humus çok başarılıydı. Adana’da yediklerimin aksine soğuktu ama kıvamı akıcıydı ki Türkiye’de yapılan humuslar hep sert olmuştur.
Zahter ise başka bir lezzet. Anlatmak mümkün değil tatmak lazım.
Gelelim esas sanatçılara,
Ortaya ilk olarak Kuzu Büryan istemiştim. Arpa şehriye ile birlikte pişirilen ve Kuzu Kokereç’e benzeyen yemeğin lezzeti çok başarılıydı. Ne kokereçin yağı fazla kaçmış ne de arpa şehriyeler çok sulu kalmıştı. Her şey olması gerektiği gibiydi.
Restoranın spesiyallerinden olan Yeni Dünya Kebabının kalmamış olmasına üzülsem de, Sarımsak Kebabı ile durumu telafi ettik.
Sarımsak Kebabının eti kuzudan yapılma kebaptı. Kıvamlı bir baharat ete lezzetini vermişti. Ancak bu yemeğin asıl unsuru Sarımsaklardı. Sarımsaklar kabuğu ile bütün şekilde pişirilmişti. Görüntüsü çok diri olan sarımsaklar çatala bütün halde gelmelerine rağmen ve kabukları hariç ağzımın içinde adeta püre haline geliverdiler ve inanılmaz bir lezzeti ortaya çıkardılar. Sarımsak Kebabına 10 üzerinden 15 veriyorum.
Esas oğlanların içinde sonuncusu ile Humbardı. Bağırsak dolması olan Humbar’ı güneyliler, Ege’lilerin aksine kızartmıyorlar suda haşlıyorlar. Kızartması ağır geliyor bana ancak haşlamasını çok beğeniyorum. Çiya’daki Humbar da çok başarılıydı. Ancak Adana’da daha güzellerini yeme şansına sahip olduğum için çok ilgimi çekmedi.
Tüm bu yemeklerin yanına eşlik eden Kivi, Limon, Maydonoz ve envai çeşit otla yapılan hıdrellez şerbeti veya Nevruz şerbeti ise hoş bir serinlik veriyordu. Mutlaka tavsiye ederim. Ayrıca Kivi sevmeyenler başka şerbetleri de deneyebilir.
Yemeklerden sonra sıra Güney Tatlılarındaydı. Çok sayıda tatlı olsa da benim gözüm hemen çocukluğumda yediğim incir ve ceviz tatlılarına gitti.
Bir de yanlarında Kireçte Kabak tatlısı olsun midemi, bayramda ustanın elini öpmesi için mutfağa göndermek istedim 🙂
Güzel ,kaliteli lezzetli özel tatlar için mutlaka Savaşma söğüşe uğrayın.